Ölüm ve yaşam arasındaki gerilim daima en derin gerilimlerdendir insan yaşamında. Bu gerilim anlarında yaşanan ve yaşatılan her duygu, tavır ve seçimin hayati bir değeri vardır. Dolayısıyla etkileyiciliğinin şiddeti yüksektir. Sinema alanında bu gerilim genelde aksiyon, dram filmleriyle suistimal edilmiştir. Ancak filmde bu gerilim ne aksiyonla ne de ağlak haliyle seyre sunuyor. Hayatın akışı içinde yaşama sevincini unutturan karşılaşmalar, tercihler, deneyimler yaşamış ve bunun sonucunda intihar etmeye karar vermiş birinin hayatı işleniyor. Bu karar verilmiş olsa da daima insanın yaşama içgüdüsünden gelen bir son umut vardır. O da bu filmde klasik orta sınıf yaşantısı olan kız kardeşinin çaldırdığı telefonla oluyor. Sadece bir günlüğüne yiğenine bakmasını istediğinde hayatında uzun zamandır ilk defa doğru birşey yapmak için bunu kabul eder. Bu karar yaşama dönüş müdür yoksa ölümü geciktirmek midir filmin ilerleyen akışında anlayabiliyoruz ancak bu süreçte kız çocuğu ile yaşadıkları olaylar, diyaloglar filmdeki ölüm ile yaşam arasındaki gerilimin arenasıdır. Yitmiş, sinmiş bir adamın yaşamın canlılığını sembolize eden bir çocukla ve elbette uzun zamandır görüşmediği kız kardeşiyle yaşayacağı deneyimler her halükarda önemli olacak gibidir.
Daha evvel Curfew adıyla kısa filmle işlenen bu konu çekilen uzun versiyonuyla da eklenen ayrıntılarla etkinliğinden hiçbir şey kaybetmemiş.
Shawn Christensen'e ait Sophia So Far şarkısı hem Curfew kısa filminde hem de bu filmde mevcut. Vokal bir yerlerden tanıdık geliyorsa, hemen yazayım: Stellastarr*. Shawn Christensen de grubun üyesiydi. Daha önce duymadıysanız eğer hatırlatma niyetine, grubun rock/indie müzik kanallarında Lost In Time şarkısı çalardı sürekli bir dönem.